4 Aralık 2013 Çarşamba

Pamfilya - Pisidya (St Paul) Yolu 1 23-28.10.12 (Trekist)

Likya Yolu'ndan sonra Türkiye'de uzun mesafe yürüyüş rotaları açılmaya ve popülerleşmeye devam ediyor. St Paul Yolu, Kate Clow'un Likya'dan sonra 2008'de açtığı ikinci uzun mesafe rotası. Antalya ile Isparta arasında, Sütçüler Adada antik kentinde kesişen üç yoldan oluşan yaklaşık 500 km uzunluğundaki bu rota, antik Pamfilya (Antalya yöresi) ve Pisidya (Isparta yöresi) bölgelerini kapsıyor. Türkiye'nin hemen her tarafı gibi bu bölge de doğal, tarihi ve anıtsal zenginliklerle dolu.

Tarih boyunca pek çok kültürün yaşadığı, yollarını yapıp aşındırdığı antik Pamfilya-Pisidya yollarından Aziz Paul de Hıristiyanlığı Anadolu'ya yaymak için geçmiş. Sanıyorum biraz da Hıristiyanlar için bir hac yolu olarak tanıtımı yapılmak istendiğinden "St Paul Yolu" olarak adlandırılmış. Oysa bence Likya,  Karya, Frigya ve Hitit yolları gibi bu rotanın da bölgenin eski uygarlıklarının adıyla anılması daha doğru olurdu. Bu nedenle St Paul Yolu'nu Pamfilya-Pisidya Yolu olarak yeniden vaftiz etmek istiyorum :)

Pamfilya-Pisidya Yolu'nun Adada-Perge etabını güzel bir sonbahar sezonunda, 2012'nin Kurban Bayramı'nda yürüdük. Bu yöreye ilk defa geldik. Doğasını bakir, yollarını Likya'dan çok daha sakin, insanlarını turizmle daha pek tanışmadıklarından içten ve sıcak bulduk. İki gece Sütçüler'de, iki gece de Pednelissos/Kozan'da konakladık. Şanslıydık, hava keyifli yürüyüşlere son derece uygun, hafif serincene ama yağışsızdı.


1. gün : 24 Ekim Çarşamba

Yola salı akşamı çıktık. İstanbul-Eğirdir arası yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 10 saat sürdü. Çarşamba sabahı saat 8 gibi Eğirdir Gölü'ndeki Yeşilada'da kahvaltı molası verdik. Eğirdir'in en turistik, pansiyonların ve restoranların bulunduğu bölgesi Yeşilada. Ben ilk önce Yeşilada'nın aslında (Trakya'daki İğneada gibi) aslında adına rağmen ada olmadığını, bir kıstakla karaya bağlı olduğunu düşünüyordum. Ama araştırınca öğrendim ki Yeşilada gerçekten de bir adaymış,  turizmi kolaylaştırmak için 70'li yıllarda karayolu ile karaya bağlanmış.


Kahvaltımızı yapıp kahvelerimizi içtikten sonra parkur başlangıcına doğru yola koyulduk. Yolumuz Eğirdir Gölü'nü izleyerek güneye iniyor, oradan da Kovada Gölü kıyısından devam ediyor. Kovada Gölü etrafı çam ormanlarıyla kaplı, Milli Park alanı ilan edildiğinden yapılaşma yok. Gölün rengi ve üzerindeki yansımalar büyüleyici. Gerçek bir doğa harikası. Keşke dedik kahvaltımızı kumanya olarak yanımıza alıp göle bakarak yapsaymışız..


Saat 11:30 gibi parkurun başlangıcı Boğazköy'e ulaşıyoruz. Buradan 1,5-2 saatlik bir yürüyüşle Adada antik kentine yürüyeceğiz.




Yamaçtan yukarı tırmanmaya başladığımızda dik bir vadiyi takip eden antik Kral Yolu'nun kalıntıları yavaş yavaş belirmeye başlıyor. Adada'ya giden yolun bir bölümü ise oldukça iyi iyi korunmuş.





Pamfilya-Pisidya parkuru oldukça başarılı işaretlenmiş, yol işaretlerinin düşen taşlar vb. nedenlerle görülemeyebileceği yerlerde de babalarla desteklenmiş.



1,5 saatlik kısa bir yürüyüşten sonra saat 13 civarında Adada'ya ulaştık. Adada antik kenti yöresine yerel halk "Karabavlu" demekteymiş, bu adın da Aziz Paul (Paulus/Pavlus)'tan bozularak geldiği düşünülüyor.

Antik kenti gezip fotoğrafladıktan sonra devrik sütunlara yerleşip yemek molası veriyoruz.






Yemekten sonra araçla Müezzinler Köyü'ne gidiyoruz. Buradan da keçilerin eşlik ettiği bir patikadan akşam konaklayacağımız Sütçüler'e yürüyoruz.




2. gün : 25 Ekim Perşembe

Bugünki parkurumuz Yeşildere'den başlıyor, Yazılı Kanyon'u takip ederek Çürük'ten geçiyor, Yazılı Kanyon Milli Parkı'nda sona eriyor. 

Sıkı bir kahvaltıdan sonra araçla Yeşildere'ye ulaşıp 10:30 gibi parkura giriyoruz. 



Kızılçamların arasındaki bir patikadan yükseliyoruz. 



Bir süre orman yolundan ilerledikten sonra yine keçilerin, uçurum kenarlarına tutunan yalnız ağaçların ve muhteşem manzaraların arasından inişe geçiyoruz.



Yazlılı Kanyon'a kızılçamların arasından iniyoruz. Zorlu bir iniş. Yer tamamen kuru çam iğneleriyle kaplı, yürümekten çok kayıyoruz. Ama kanyona vardığımızda suyun ve kayaların güzelliği ruhumuzu, kanyon kenarında içtiğimiz iki demlik çay da bedenimizi dinlendiriyor. Yorgun, mutlu ve huzurlu, araçta uyuklayarak pansiyona dönüyoruz.







3. gün : 26 Ekim Cuma

Bugün Sütçüler'deki son günümüz. Eşyalarımızı toparlayıp araca yerleştiriyoruz, kahvaltımızı yapıp kumanyaları hazırladıktan sonra yola çıkıyoruz. 

12'ye doğru yürüyüşe başlıyoruz. Ekip lideri arkadaşlarımız işaretleri yer yer silinmiş patikayı ararken ben de biraz etrafa bakıyorum. 




Patikayı buluyoruz. Oldukça dik bir patika. Özellikle biraz rahatsız olanlarımıza (bu ben oluyorum :)) her adım zor gelmeye başlıyor. Ama arkada kalana ne olacağına dair bir örnekle karşılaşıyoruz : 



Tepeye vardığımızda biraz soluklanıyoruz, öğle yemeği için yanımızda getirdiklerimizi atıştırıyoruz. 




Yemekten sonra toprak yoldan Haskırılören'e doğru inişe geçiyoruz. Yol manzaralı ama oldukça uzun sürüyor. 18-18:30'a doğru köyde oluyoruz. 






Haskızılören Köyü'nden, daha doğrusu köylülerinden bahsetmeden geçemeyeceğim. Birkaç yıldır pek çok köy gördüm. Çoğunda da yerlileriyle biraz tanıştık, muhabbet ettik. Ama Haskızılören'liler kadar sıcak, misafirperver köy sanırım hiç görmedim. 

Köyün meydanına doğru ilerlerken herkes bize selam verdi, bir şeyler yemeye davet etti, misafir etmek istedi. Ve dikkatinizi çekerim, 20'den fazla erkek ve kadındık :) Köye vardığımızda hava kararmıştı, meydanda bir de baktık ki şoförümüz dağ yollarını şaşırmış, hala köye gelememiş. Hava da serinlemiş, hatta hafiften yağmur başlamıştı. Meydan çeşmesinin etrafına sıralanmaya başladık. Bu sırada köylüler hepimize sandalye getirdiler, çay ikram ettiler. Hatta bir hanım bize bir sepet lavaş getirdi! Harika lavaşları sıcacık çayla beraber keyifle yedik. 

Bu arada araç hala köye gelememişti. Köyün gençlerinden bir-ikisi bizim ekip liderlerini de alarak kendi arabalarıyla aracı karşılamaya/bulmaya gittiler. Bize lavaş getiren hanım bizi evlerine davet etti, önce iyice mahçup olduk olur mu kaç kişiyiz rahatsızlık vermeyelim dedik. Ama teker teker lavaboya gidenler dönmeyince ben de peşlerinden gittim. Bize bir yer sofrası kurmuşlar, etler pilavlar sebze yemekleri.. Sofranın etrafına çöküp yavaşları kaşık yaparak her şeyi sildik süpürdük. 

Ekip liderlerimiz de geldi, aracı bulmuşlar getirmişler. Gitme zamanı geldi. Teker teker tüm ev halkına, gördüğümüz tüm Haskızılörenlilere teşekkürler edip meydana geri döndük. Tam bu arada bir amca da tatlı olarak bir küfe üzüm getirdi! 

Uzun lafın kısası, Haskızılörenlilere hayran kaldım. Dilerim ki güzel köyleri HES'lerle bozulmasın, sıcak insanları köylerinden kopmasın, insanlıkları daim kalsın. 

Araca bindik, far ışığında masal ormanlarına benzeyen çamların arasından bozuk yolu takip ederek yine tepelere çıkmaya başladık. Bu gece ve cumartesi gecesi konaklayacağımız pansiyona ulaşmaya çalışıyoruz. Yollarda işaret yok, pek çok yerde telefon çekmiyor. Sonunda pansiyon sahibi Süleyman Bey bizi bir kavşakta kendi aracıyla karşılıyor, önümüze düşüp bir de karanlıkta bulmamızın imkansız olduğu yollardan geçirerek pansiyona getiriyor. 

Hemen pek çoğumuzun uyku tulumunu serip uyuyacağı sobalı geniş köy odasına doluşuyoruz. 



Bu mekan benim gerçekten çok hoşuma gitti. Günün yorgunluğuyla iyice mayışmaya başlıyorum ki Süleyman Bey akşam yemeğimiz olan balıkları pişirmiş, bizi sofraya çağırıyor. Balıklar nefis, ikinci akşam yemeğimizi biraz zorlanarak da olsa bitirip uyumaya çekiliyoruz. 


4. gün : 27 Ekim Cumartesi

Sabah beklediğimizden erken uyanıyoruz : herhalde hepimizin hayatlarımızda duyduğumuz en bet sesli horoz! Ve şürekası ve haremleri. Süleyman Bey kümes hayvanlarına meraklımış. Kahvaltıya indiğimizde sonradan İran tavuğu olduğunu öğrendiğim benekli tavuklar, türünü bilmediğim güzel beyaz tavuklar, bizim klasik Anadolu tavuk ve horozlarının yanında eşeleniyorlar. 



Bugünkü hedefimiz Pednelissos antik kenti. Çam ormanları içinden ve toprak yollardan geçtikten sonra, sandal ağaçları arasından keyifli bir patikadan tırmanıp Pednelissos'a ulaşıyoruz. 












Pednelissos'tan sonra iki seçeneğimiz var. İsteyenler yürüyerek pansiyona geri dönecek, isteyenler de Uçansu Şelaleleri'ne gidip bir yüzme molası verecek. Ben yorgunum, pansiyona dönüyorum. 

Akşam çantaları topluyoruz, ertesi gün Pazar, dönüş günü. Her yolun dönüşü zor, kalbimiz doğada kalıyor..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder