29 Mart 2012 Perşembe

Eskiyayla-Melekşeoruç 11.03.12 (Trekist)


Martı yarıladık. İstanbul’a hala bahar gelmedi, doğada alçak irtifalarda tek tük rastladığımız birkaç çiçeğe rağmen yürüdüğümüz patikalardan kar hala kalkmadı. Yine bir kar yürüyüşündeyiz. Yola Eskiyayla’dan çıktık, Kırca’ya doğru ilerliyoruz. Bulunduğumuz bölgede yerleşim seyrek, Eskiyayla ve Kırca arasında bir başka köy yok.


Hava açık ve sakin. Bahar gelmedi belki ama kış bitiyor, belli. Bu sene yaptığım her kar yürüyüşü birbirinden güzeldi. Her birine bu seferki en güzeli dedim. Yürürken bu sonuncusu için de aynısını düşündüm. Domuzderesi’nin yanından, göknarların arasında bir orman yolundan gidiyoruz. Göknarı tanımayanlarımız onu daha çok yılbaşı ağacı olarak biliyor J Büyüklü küçüklü karla kaplı yılbaşı ağaçlarının arasında yürüdüğünüzü düşünün.. Sekiz çift adımın ve neşeli muhabbetlerin kuş seslerine eşlik ettiğini..


Kar yumuşak. Herkes ağırlığı ölçüsünde batıyor. Kadınlar ve çantası hafif olanlar avantajlı – bizler bileklerimize kadar batıyorsak erkekler ve çantası ağır olanlar en az dizlerine kadar kar içinden yürüyorlar. Yılmaz’a dönüp “8 Mart’ı kutlamak için buraya getirdin bizi heralde, kadınların rahat yürüdüğü erkeklerin bu kadar zorlandığı, nefes nefese kaldığı ilk yürüyüş bu oldu.” diyorum.

Yol boyunca tavşan ve tilki izleri var. Kar kalktığında muhtemelen taş ve tomruk taşımak için kullanılan bu orman yolunun kışın bizden başka yegane yolcuları orman hayvanları. İzleri bazen yolun sağında bazen de solunda görüyoruz, bir süre sonra biz de onların izlerinden yürümeye başlıyoruz: Karın en sert olduğu yerlerden gidiyorlar J



Saat 14:00’yi geçiyor, acıkmaya başladık. Yılmaz oturabileceğimiz karsız bir açıklık arıyor ama uzun süre bir yer göremiyoruz. Sanki ormanda karla kaplı olmayan en ufak bir toprak parçası kalmamış. En sonunda yolun dere hizasına alçaldığı bir noktada 3-4 metrekarelik bir ağaç altına sığınıyoruz. Kar sık dalların üzerinde birikmiş, kenarlarından toprağa akmış ama ağacın altına ulaşamamış. Yürüyüşe başladıktan 3-3,5 saat sonra burada öğle molamızı veriyoruz. Molanın sonuna doğru hafif bir kar yağışı oluyor, sonra kesiliyor.


Tekrardan yola koyuluyoruz. Kar artık daha batak. Önden önden giderken birden sağ bacağım tamamen kara saplanıyor. Ayağımın üstündeki kar o kadar kalın ki sıkışıyorum. Yılmaz’la Kubilay beni zar zor yukarı çekiyorlar. Bundan sonra ben de yol açanların ardından uslu uslu tek sıra ilerleyenlere katılıyorum. Bazen Çetin, bazen Kubilay, en çok da Yılmaz önden giderek karda iz açıyorlar. Hepimiz onların adımlarını takip ediyoruz.

Bu sırada sağımızda solumuzda taze ve belirgin hayvan izleri görüyoruz: bu sefer de anlaşılan bir ayıyı takip ediyoruz. Dereye doğru baktığımızda dikkatimizi kırılmış ince ağaçlar, dallar çekiyor. Anlaşılan ayı arada sırada su içmek için dereye inmiş. Ayının inine gidiyoruz heralde diye şakalaşıyoruz.


Bütün hayvanlar insandan korkar. Ayı da korkak bir hayvandır, insanların sesini duyar, kokusunu alır, yaklaştıklarını anlarsa kaçar derler. En tehlikelisi sessizce yaklaşmak ve ayıyı şaşırtmakmış. O zaman korkan hayvan size de saldırabilirmiş. Biz de elimizden geldiğince burdayız, geliyoruz demeye çalışıyoruz. Yılmaz ve Kubilay düdük çalıyor, Şirin ve Berna Karadeniz türküleri söylüyor.

Böylece saatler geçti. Bu parkuru normal şartlarda tamamlama süremiz yaklaşık 6-7 saat ama bir buçuk metreyi bulan kalın ve batak kar tabakası hızımızı önemli ölçüde kesiyor. Ekibimiz de yorulmaya ve üşümeye başladı. Yolun kapandığı bir noktada tepeye mi tırmanalım dereden bir geçiş bulabilir miyiz derken Çetin ve Kubilay dere geçişini denemişler ve ayaklarını ıslatmışlardı. Yılmaz’ın da sol ayağı ıslanmış ve hatta donmaya başlamıştı. Bahri arkadaşımız da yürüyüşün başında çok enerji harcadığından artık iyice yorulmuştu. Bacaklarına kramp giriyor, yürümekte zorlanıyordu.

Artık akşam karanlığı çökmüş, fenerler yakılmıştı. Sular azalmış, kuruyemiş ve çikolata gibi takviye yiyeceklerimiz neredeyse tükenmişti. Ekipte durumu en kötü olan Bahri’ydi. Şebnem ve Berna batonlarını Bahri’ye verdiler. Çetin arkada kalıp Barhi’ye eşlik ediyordu. Herkes oldukça yorgundu. En önde Yılmaz hala iyi bir tempoda iz açıp adım adım ilerliyordu, ama ekipte kimsenin arada öne geçip ona yardım edecek gücü kalmamıştı.

Ekipte hafiften endişeler başlamıştı. Gözler tepelerin ardında, dönemeçlerin ötesinde köy ışıklarını arıyor, Yılmaz’a “ne kadar kaldı?” sorusu giderek daha sık soruluyordu. Yolumuz belliydi, parkur daha önceden gittiğimiz ve bildiğimiz bir parkurdu, kaybolma tehlikesi söz konusu değildi. Önümüzdeki en büyük tehlike bu endişenin paniğe dönüşmesiydi. Yılmaz biraz ilerleyince bir köprü, bir sonraki dönemeçte mıcır yatağı vs. göreceğimizi, yaklaştığımızı söyleyerek ekibin moralini yükseltmeye çalışıyordu.

Ne kadar yolumuz kaldığına gelince – yakaşık 3 saat boyunca bi 15 dakika hadi olmadı yarım saatlik yolumuz kalmıştı J

Yolun son bölümünden inerken kar nihayet ayaklarımızın altında alçaldı ve sonunda kayboldu. Çamurlu toprakta bizimkilere ters izleri gördüğümüzde köye yaklaştığımızı anladık. Köyde gecenin içinde bir serap gibi ışıklarını yakmış bizi bekleyen araca ulaştığımızda senenin en uzun ve zorlu kar yürüyüşünü yapmış olmanın yorgunluğuyla yerlerimize geçtik. Günü nasıl mı noktaladık? Tabii ki Çakarlar’da ıslama köfte ile!

1 Mart 2012 Perşembe

Aytepe 26.02.12 (Trekist)

Aytepe, Menekşe Yaylası, Serindere.. Veysel Dayı’nın ortasına konumlandığı parkurlar ayrı bir güzel. Özellikle Serindere ilk doğa yürüyüşümü yaptığım yer olduğundan anısı ayrı – hem de ilk dere yürüyüşümdü!

Bu Pazar yine bir kar yürüyüşü bizi bekliyor, tozluklarımızı ve batonlarımızı çantamıza atıp sabah yola çıktık. Rotamız Aytepe.

Aytepe’den başlıyoruz ve Veysel Dayı’ya doğru iniyoruz. Takip ettiğimiz orman yolunu cevizler, incirler, kayınlar ve çıplak dallarından tanıyamadığımız nice ağaçlar çevreliyor. Bazılarımız içerde mangal başında yeni demlenmiş çaylarını içerken bazılarımız da manzaranın tadını çıkarmak için dışarda.


Böylece biraz soluklandıktan Kirazlıdere’ya devam ediyoruz. Gerçekten de etrafımızda dereye adını veren kiraz ağaçları var. Buraya kiraz mevsiminde tekrar gelmek gerek!




Yörede arıcılık da önemli, kovanların önünden geçerken tek tük erkenci arı çantalarımıza dadanıyor. Eh, zaten bizim için de yemek zamanı geldi..



Kirazlıdere’den Yuvacık’a yürürken ufak bir mezarlığın önünden geçiyoruz. Mezarlığın bulunduğu tepenin altı Kirazlıdere, derenin karşısında bir tepeden ise güzel bir şelale dökülüyor. 


Bu arada müjde – çiçekler açmaya başlamış! Şehre bilmem ama doğaya bahar geliyor J