30 Ocak 2012 Pazartesi

Pamukova Keşif – 29 Ocak 2012 Pazar (Trekist)

Bu Pazar sabahı karlı bir İstanbul’dan Pamukova’da kar yürüyüşü yapmak üzere yola çıktık. Malum İstanbul’un karı her ne kadar trafiği düğüm etse de ne yollar ne de çatılar bembeyaz.. Bizim istediğimiz ise trafikten, gürültüden, kirlilikten,  kalabalıktan uzak göz alabildiğince, bata çıka yürünebildiğince bembeyaz kar..

Ortalama bilek hizasındaki karda, çamların arasında, yürüyüşçü arkadaşlarımızla muhabbet ede ede yaklaşık 5 saatlik çok keyifli bir yürüyüş yaptık.

Yürüyüş’e Kadıköy’den (Kadı Köyü) başladık. Yol sorduğumuz tüm civar sakinlerinin yaptığı espri: “İstanbul Kadıköy mü?” Sanıyorum kendileri de bolca “Biz de Kadıköy’deniz, ama İstanbul Kadıköy hohoho” karşı-esprisini duyuyorlardır..

Kadıköy'de otobüsten indiğimizde önümüzdeki evin bahçesinde şipşirin bir yavru köpek hepimizi etrafına topladı. Sonra bir kardeşi daha yanına geldi, derken üç oldular. Çoban köpeği olacaklarmış. 



Taa geçen sene yine bu zamanlarda en yakın arkadaşımı (İdilcim) kandırıp Erikli’ye götürmüştüm – yürüyüşe başladığımızdan bitirene kadar yağmur bir an durmadı. Ve İdil “erkek arkadaşım olsan seni şurada terk ederdim” beyanatıyla yürüyüş hayatını başladığı gibi bitirdi J

Bugün de bizimle liseden bir arkadaşım geliyor, Coşkun. İlk kar yürüyüşü olacak. Coşkun çok motive ama ben bir yandan da hava bütün meteoroloji sitelerinin dediği gibi soğuk ve karlı olursa, bir de üstüne keşif yapıyoruz ya kaybolursak ilk günden pert eder miyiz diye düşünmüyor değilim.














Ama Coşkun’un ve hepimizin bahtına Pamukova’da hava yağışsız, serin ve bulutların arasından sokulan güneşle aydınlıktı. 



















Kadıköy’den Ağaççılar Köyü’ne yürüdük.



Ordan da Kazımiye Köyü yoluna saptık.




 Keçilerin arasından Pamukova’ya indik.



Düşündüm de içinden geçtiğimiz ormanları, arasından yürüdüğümüz ağaçları, çalıları, otları, çiçekleri o kadar az tanıyoruz ki.. Çamların arasındaki bir patikadan yürüdük dedim mesela. Evet çamı tanıyoruz – ama etrafımızda gördüklerimiz hangi çam türü? Kızılçam? Karaçam? Sarıçam? Fıstık çamı?

Sevdiklerimizi tanımak önemli. Doğayı seviyoruz madem, tanımak için daha çok çaba sarf etmeliyiz.. Geçen hafta okumaya başladığım çok güzel bir kitap var: Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları (yazan: Necati Güvenç Mamıkoğlu). Göknarı ladinden, serviyi ardıçtan ayırabilecek miyim acaba.. Umuyorum..


Bu arada, bu pazar karların altından yeşil yeşil parlayanlar muhtemelen kızılçammış ;)

Doğada görüşmek üzere!

11 Ocak 2012 Çarşamba

Abant Gölü - 8 Ocak 2012 Pazar (Trekist)

2012’nin ilk yürüyüşünü 8 Ocak’ta Abant’a yaptık.
Geçen sene de böyle olmuştu, kar İstanbul’a gecikince biz kar yürüyüşlerine daha bir hevesle gidiyoruz..
Yol uzun olduğundan her zamankinden erken çıktık evden. Bolu’dan kasap sucukları alındı. 







Bolu Dağı’nı tırmanırken otobüsteki çocuklarla beraber yol kenarlarından gözümüzü ayırmadık. Uzun süre kar görünmeyince yine bir yağmur çamur yürüyüşü bizi bekliyor diye de düşünmedik değil J













12:00'ye doğru Abant’a yaklaşırken beyazlık gittikçe etrafımızı kapladı. Göle vardığımızda daha da hoş bir şey oldu: Yürüyüşe sadece kar içinde değil usul usul yağan karın altında başladık.








Önce sıkı bir rampa çıktık, sonra 2-3 tepeyi inip çıkarak gölün etrafında rotamıza devam ettik.






Tepelerden yarısı donmuş gölü seyretmek çok keyifliydi. 



Sucuklara geç kalmamak için son tepeden aşağı, köknar ve ladinlerin arasından (bazen de kar kaplı ufak ağaççıkların üzerinden!) indik.




İnince karşımıza çıkan piknik alanında mangallar atılmış, sucuk kokuları hepimizi sarmıştı. Ama küçük bir problem vardı – bunlar bizim sucuklar değildi J Gölün yarısını kıyıdan ilerleyerek rotamızı tamamlayacak, karşı kıyıda tüten mangalımıza ulaşacaktık.

Abant Gölü yakından da güzel görüntüler veriyor fakat göl kenarında dolaşmak – en azından yayalar için! – sıkıntılı hale gelmiş. Göl kenarı ile Karadeniz sahil şeridinin maalesef ki ortak bir yanı var: araçlara tahsis edilmiş gibiler..











Mangalımızın başına vardığımızda herkes bir taraftan hazırlıklara başladı. Ekmek kesenler, domates yıkayıp doğrayanlar, içecekleri dağıtanlar ve elbette ki sucukları kızartanlar... Sucuk-ekmekleri yedikten sonra mangalda son bir kez ellerimizi ısıtıp (yemekten sonra donan eller bir inceleme konusu olmalı) hava daha fazla kararmadan 17.00 civarında İstanbul’a doğru yola çıktık.




2012’de hepimize kara, güneşe, yağmura ve denize daha yakın olacağımız bol yürüyüşlü günler diliyorum!