18 Aralık 2012 Salı

Bozören Meyve Yürüyüşleri 16&23.09.12 (Trekist)

Yürüyüş grubum sonbahara geleneksel olarak Bozören'le giriyor. Bozören'den başlayıp Umurbey'den geçerek Çengelköy'de son bulan parkur, yeni başlayanlara ve çocuklara da uygun olduğundan çok popüler. Yol boyunca dalından çalısından bir dolu meyve yiyerek yürüdüğümüzden çok da lezzetli :)

Hafif bir çıkışla başlıyoruz.


İlk hedefimiz tepedeki ceviz ağacı. Oldukça kalabalığız bugün, ağacın etrafını sarıveriyoruz.


Cevizin biraz ilerisinde Pamukova ayaklarımızın altında uzanıyor.



Ceviz kabuklarından ellerimiz yeşillenmiş, tepeden aşağı yola devam ediyoruz. Arazi düzleşiyor, üzüm bağlarının yanından geçiyoruz. Yeşil, mor üzümler dallardan sarkıyor. Hasat başlamış, yöre köylüleri salkımları özenle toplayarak kasalara yerleştiriyor.


Bize de ikram ediyorlar, tabii ki geri çevirmiyoruz. Üzüm bağlarını geçtikten sonra patikanın sağında yolunda çalılar başlıyor. Önden gidenler hemen çalıların etrafına üşüşüyor. Böğürtlen! Bozören'e liseden arkadaşım Işıl ve onun arkadaşı Gülşah da geldiler. Işıl'la Gülşah da böğürtlen sevenler arasında ;)


Ben de böğürtlenlere yönelirken yol kenarında başka bir şey dikkatimi çekiyor :


Meyvelerle oldukça doyduk gerçi, ama öğle yemeği için de sucuklarımızı çantamıza atmıştık. Öğle molamızda etraftan çalı çırpı topluyoruz, taşlarla etrafını sardığımız kuytu bir köşede ateşimizi yakıyoruz. İsteyenler domates ve biberlerini de közlüyor. Heralde sucuğun en güzel hali böylesi..


Yemekten sonra yol üzerindeki incir ve erikle tatlıya devam ediyoruz. Güzergahımız bizi Umurbey Köyü'nden geçiriyor. Burada köy kahvesine uğruyoruz. Kahve kapalı, ama yanındaki çeşmeden sularımızı doldurup biraz ayaklarımızı uzatıyoruz. Kahveye yakın iğde ağacı benim favorim - bu sene en keyifle yediğim meyve iğde oldu sanırım.

Gruptaki öğretmen arkadaşlarımızdan Nuray Hanım yoldan topladığı meyveleri çeşmede yıkamış, o kadar güzel bir görüntü ki :


Çengelköy'e doğru devam ediyoruz. Umurbey'den çıkarken kocaman, lezzetli incirlere uzanıyoruz. Yılmaz ve birkaç arkadaş daha ağaca tırmanıp incir topluyorlar. Çengelköy yolu böğürtlen ve ceviz dolu. Bu rotanın en güzel cevizleri yolun sonuna doğru. Cengiz ve Yılmaz birer torba ceviz topluyorlar - kışlık ceviz stokları tamamlanmış olmalı :)

Çengelköy'e nar ağaçlarının arasından giriyoruz. Nar bolluğundan eğilen dalları biraz hafifletip köy meydanına doğru ilerliyoruz. Bir evin bahçesinden dışarı asmalar sarkmış - kokulu üzüm! Gözüm dönüyor, bir arkadaş beni durdurana kadar salkım salkım topluyorum. Tatmayanın bilemeyeceği bir lezzet. Üzüm kokulu silgi ve kalemleri bilirsiniz belki, üzüm gibi kokmadığını düşünür insan. Öyle değilmiş işte, kokulu üzüm kokusuymuş o. Son derece aromatik bir üzüm türü. Neden marketlerde bulunmadığını, kurutulmadığını, şarabı yapılmadığını vs anlamak mümkün değil.

İşte o üzümleri de zulaya attıktan sonra köy kahvesinde birer açık çay söylüyoruz. Karnımız tok, çantalar meyve dolu, neşemiz yerinde. Dönüş yolculuğu başlıyor.

13 Aralık 2012 Perşembe

Torkul Yayla Kampı 08-09.09.12 (Trekist)

İlk yayla kampımı Torkul'da yaptım. "Keyif kampı" addedilen türden bir kamp oldu - az efor çok keyif :) Bu sefer otobüsle değil, birkaç araçlık bir konvoyla yola çıkıyoruz. Bagajlar çadırlar, uyku tulumları ve kamp araç gereçleriyle dopdolu. Menemenli ve bal kaymaklı bir kahvaltı molası verip yola müzik ve muhabbetle devam ediyoruz.

Torkul, Düzce'ye yaklaşık 30 km uzaklıkta, 1300 metre yükseklikte. Yaylası ve minicik, şirin bir gölü var. Düzce Velediyesi, yöredeki yürüyüş parkurlarını ve konaklanabilecek noktaları işaretlemiş, Torkul'a giden yola da tabelalar koymuş. Biz de bu tabelaları izleyerek Torkul'a çıkmaya başlıyoruz. Yolun üzerinde bizim izlediğimizden başka tabelalar da var. Yörede anlaşılan daha pek çok gezilip görülecek yayla var.

Toprak yolda araçlar toz kaldırıyor. Öndeki aracın tozunu yutmamak için takip mesafeleri açılıyor. Bu yetmezmiş gibi önceki gece yağan yağmur toprak yolun çukurlarına dolmuş, bazı yerlerde araziyi geçilmesi oldukça zorlu hale getirmiş. İyice yavaşlayarak dikkatli bir şekilde tırmanmaya devam ediyoruz. Yaylaya vardığımızda yağmur çiselemeye başlıyor. Arabalardan inip çam, toprak ve yağmur kokusunu içimize çekiyoruz.

Üç araba teker teker park ediyor. Ama konvoyun son aracı bir türlü görünmüyor! Telefonlarda sinyal yok, dördüncü arabayı yani Çetin, Fethi ve Fehmi'yi arayamıyoruz. Biraz daha beklemeye karar veriyoruz, muhtemelen tabelalardan birini kaçırdılar, geri dönüp bulacaklar. On dakika geçiyor, onbeş dakika geçiyor. Hava kararmaya başlayacak. Bu arada yavaş yavaş çadırlar kuruluyor, yemek hazırlıkları başlıyor. Yılmaz ile Cengiz kaybolanları aramaya karar veriyorlar. Ben de onlarla gidiyorum - kulağa daha eğlenceli geliyor :)

Torkul'a geldiğimiz arabalar arazi araçları. Taşların üzerinden, çukurların kenarından, yola taşan derelerin içinden hoplaya zıplaya geçerek geldiğimiz yoldan aşağılara iniyoruz - ya da biz öyle sanıyoruz. Geçtiğimiz yollardan bazılarını hatırlayamıyoruz, ama çok şükür bir tabelanın önüne çıkıyoruz. Kestirmeden gelmişiz anlaşılan :) Tepenin eteklerine doğru bir iki küçük köy, mahalle var. Oraların sakinleriyle konuşuyoruz, bizden önce araç geçmemiş. Yaylaya yakın çok sert bir virajda tabelanın görüş açısının dışına düştüğünü anımsıyoruz. Geri kalan tek seçenek orada yanlış yola girmiş olmaları. Torkul'a geri çıkıyoruz. Biraz sonra da kayıplar geri dönüyor, hepimiz rahat bir nefes alıyoruz.

Kampta kalanlar odun toplamış, ateş yakmış, yemek hazırlıklarını ilerletmiş. Biz de yaklaşık bir kilometre uzaktaki Uğur Köyü'ne su su getirmeye gidiyoruz. Buraların bitki örtüsü de, köyleri ve insanları da Karadeniz'e benziyor. Uğur Köyü'nün pek çok evi eskimiş, kullanılmaz hale gelmiş. Her köydeki gibi burada da büyük şehirlere göç var. Kalan evlerin bahçelerinde meyve ağaçları ve kara lahanalar var. İlk fotoğraflarımı burada çekiyorum.




Kampa geri dönüp odun taşımaya yardım ediyorum, ateşimiz sabaha kadar daha uzun saatler yanacak. Köfteler de ızgaraya konmuş, birkaç kişi salatayla uğraşıyor. Sonunda yemek hazır oluyor. Ahşap piknik masalarını ateşin etrafına çekip temiz havanın ve alevlerin daha da lezzet kattığı akşam yemeğimizi yiyoruz. Yemekten sonra bazılarımız kamp ateşinin etrafında muhabbete başlarken çoğunluk kısa bir gece yürüyüşünde karar kılıyor. Ormanın içinden kafa fenerlerimizle yürümek çok keyifli. Arada durup ormanın sesini dinliyoruz. Bu yürüyüşüler özellikle aramızdaki çocuklar için çok eğlenceli.

Kampa dönüp sohbete katılıyoruz. Çok geçmeden de uykumuz geliyor. Pazar günü uyandığımızda bulutlar dağılmış, güneş parlamaya başlamış. Kahvaltı ve çay sefası..


Kahvaltıdan sonra herkes biraz keyif yaparken göle iniyorum. Doğal bir gölet burası. Sazlıklarla çevrili, nilüferlerle kaplı, her adımınızda güneşlenen birkaç kurbağanın göle atladığı sessiz minik bir göl.




Birkaç arkadaş daha geliyor, gölün etrafını dolaşıyoruz. Bazı yerler oldukça çamurlu, yardımlaşarak geçiyoruz. Gölün ortasında minik bir adacık var. Kamptan göle indiğimiz noktanın tam karşısında kalıyor. Yaklaştığımızda kıyıda çimenlerin arasında, çamurlu bir halat farkediyoruz. Adaya doğru halatın uzandığı yerde de yarısı batmış bir kayık var. Belki de birileri yıllar önce bu gölcüğü kayıkla dolaştı, sonra da adacıkta piknik yaptı..

Bu arada kamp alanında keyif devam ediyor..


Öğle yemeği zamanı geliyor. Yanımızda getirdiğimiz neler varsa bitirmeye çalışıyoruz. Yemekten sonra sıra uzunca bir yürüyüşte. Orman içi bir patikayı izleyerek başlıyoruz, daha sonra toprak orman yolunu izleyerek yaylaya çıkıyoruz.





Dönüş yolumuzda bu yılın en lezzetli böğürtlenlerini yiyorum. Ama yine de malum, geçen senenin aksine bu yıl böğürtlene doyamadık.. Gelemeyenler kıskanmasın ;)

Toparlanma ve dönüş vakti geliyor. Bu ilk "keyif kampı"mdan çok keyif aldım, bahara tekrar istiyorum :)