21 Şubat 2012 Salı

Çayköy - Ilıca Köyü 19.02.12 (Trekist)

Kar şehre yakışmıyor. Bacalardan tüten dumana, kire, ise bulanıp yollara, arabaların tekerleklerinin altına inen karın benim için hiç mi hiç çekiciliği yok. Ben usul usul yağıp uzaktaki dağlara perde çeken, çamların üzerine inip genç dalları büken, kuru dalları ve yaprakları örtüp adımlarımızı sessizleştiren karı seviyorum.

Bu pazar da Geyve köyleri arasında, orman içi dere kenarı patikalarda kar yürüyüşü yaptık. Yeni yağmış, yumuşacık karlar ayaklarımızın altında, ışıl ışıl bir bahar güneşi tepemizde..

Yürüyüşe Çayköy yakınlarından başladık.




Dallarına kar yığılmış kızılçamlar arada silkelenip sağımızda solumuzda – bazıları tepemizde! - minik kar fırtınaları koparıyor.




Yüzümüzü yörenin en yüksek noktası 1650 m. rakımlı Kılıçkaya ve solundaki, ikinci en yüksek nokta Sütalan’a dönüp bembeyaz parıldayan diz boyu karda yürüdük.


Bu sefer bol bol hayvan izi de gördük: tavşan, yaban domuzu ve ayı! Bazı izlerin ne olduğundansa emin olamadık..



Ortalarında meşe ağaçlarıyla tarlalardan, kurumuş dallarıyla elma, kiraz ve ayva bahçelerinden geçtik.


Kerpiçten evleriyle Ilıca Köyü’ne vardığımızda çok candan, yardımsever bir dede anayola nasıl çıkacağımızı tarif etti. Çorapsız kara lastik ayakkabıları ve bağrı açık bir gömlekle evinden çıktı, köye adını veren ılık sodalı su akan çeşmeyi gösterdi. Böyle sodalı bir sudan Kaçkarlarda içme gafletinde bulunmuştum :) tabii bir daha denemedim..




Bu seneki kar yürüyüşlerimiz çok keyifli oldu. Çamların arasında, yumuşacık diz hizasında karda yürümek için son haftalar.. Aşağıdaki fotoya özenenlerin dikkatine ;)


15 Şubat 2012 Çarşamba

Sahilyolu (Fenerbahçe-Caddebostan)


Rüzgarsız havalarda sahil yolundan Fenerbahçe-Caddebostan arasını yürümeyi seviyorum. Deniz kenarında dalgaların sesi, kediler ve ağaçlar arasından yürümek güzel.. Etrafımdaki doğayla daha ilgili olup daha bilgili olmayı isteyeli beri gözüm ve makinam ağaçlara ve çiçeklere daha çok yöneliyor.

Kış daha bitmedi, pek çok ağacın gövde ve dallarında olsa olsa geçen seneden kalma  kuru yapraklar, çoktan kuşların yediği meyvelerin kabukları duruyor.



Baharın habercisi tek tük çiçek de yavaş yavaş açmaya başlamış.



Bu Pazar doğada yürümedim, onu yerine Sahilyolu’ndaydım yine. Şans! Bir ağacın tepesinde sarı meyveleri didikleyip çekirdeklerini yiyen bir yeşil papağan sürüsü! Bizden ürktüklerinde ağaçtan kalkıp güneşin altında parıldayan yeşil kanatlarla üstümüzden uçmaları nasıl da güzeldi..





Biraz biraz bazı bitkileri tanımaya başladım.. Ama daha çooook yolum var.. Hedefim, fotoğrafını çektiklerimi isimlendirebilmek. Kolay gelsin bana J

6 Şubat 2012 Pazartesi

Erikli - 5 Şubat 2012 Pazar (Trekist)


Haftanın en erken kalktığım günü Pazar. Yürüyüş için hazırlanmayı sabaha bıraktığımdan 6 – 6:30 gibi uyanmalıyım. Bu Pazar da unutmamam gerekenler mantramı (cüzdan-anahtar-telefon-fotoğraf makinası-matara) tekrarlayıp yedeklerimi hazırlayıp evden çıktım.

Feribotla Yalova’ya geçtik – istikamet Erikli. Evet evet, geçen sene İdil’in yürüyüş hayatının başlayıp bittiği yere kar yürüyüşü için geri dönüyoruz. Bakalım bu sefer yağış olacak mı. 






Feribottan indiğimizde yolda ve etrafta hiç kar görmüyoruz. Kar yürüyüşü için gelen arkadaşlar endişelenmeye başlıyor. Ama Erikli Yaylası’na çıkarken kar seviyesi gittikçe yükseliyor. Öyle ki aracımız yaylaya kadar çıkamıyor, dönüş yapabildiği son noktada iniyoruz ve yaylaya yürüyerek çıkıyoruz.













Çalılar ve otlar kar örtüsü altında ama yağış yok. Hava güneşli, ılık, bahar habercisi.









Erikli Yaylası'na çıkıyoruz. 


Hedefimiz ordan Delmece Yaylası'na geçmekti ama aracın bıraktığı yerden Erikli'ye çıkmak zamanımızı aldığından karanlığa kalmamak için yolun yarısında geri dönüyoruz.



Erikli Şelalesi’nin yanında öğle molamızı veriyoruz. Saat 14:30 olmuş bile! Manzaranın keyfini çıkarıp yanımızdakileri ikram ede paylaşa yemeğimizi yiyoruz. Domates her zamanki gibi geri çevrilemeyen ikramlardan. Çetin’in annesinin yaptığı ekmeğe de gözümüz kaymıyor değil.




Yürüyüşün asıl eğlenceli kısmı moladan sonra başlıyor. Teşvikiye yolu o kadar keyifli ki! Tertemiz karın üstünde kendimize yol açıyoruz, çamların, çınarların, kayınların arasında kar birikmiş patikalardan biraz zorlanarak ilerliyoruz, derelerin sığ kısımlarını bulup taştan taşa karşıya geçiyoruz..







Yolumuzun üstünde bu mevsimde rastladığımıza şaşırdığımız yeşil bir çiçek var. Eve gelince türüne bakmak için fotoğrafını çekiyorum. 




Elimde Erdoğan Tekin’in iki ciltlik “Türkiye’nin En Güzel Yaban Çiçekleri” ve Nazan Öztürk’ün “Türkiye’nin Yaban Çiçekleri” kitapları var. Bu yazıyı yazmadan önce yaklaşık 1300 sayfa çiçek resmine baktım, fakat bu çiçeğin türünü anlayamadım.. En çok Düğünçiçeğigillerden (Ranunculaceae) Türkçede “Doğu Çöplemesi / Doğu Noelgülü / Karacaot / Bohçaotu” adlarıyla bilinen Helleborus orientalis’e benzettim. Ama yaprakları daha ince uzun ve biz bu çiçeğe marttan mayısa çiçek açan H. orientalis’ten neredeyse bir ay daha önce rastladık.. Sonuç olarak çiçeğin türünü bilen varsa lütfen bana da söylesin J





Teşvikiye köyüne iki tarafı çınar meşceresi toprak yoldan ulaşıyoruz. Bu yolu yağmur altında sırılsıklam yürürken de sevmiştim, şimdi daha da çok sevdim. Çınarların arasından tepeler, gökyüzü, bulutlar ve yavaşça yükselen dolunay görünüyor.






Teşvikiye Köyü’ne vardığımızda sıcak bir çorba içimi ısıtıyor, yorgunluğumu alıyor. Bugün yaklaşık 5,5 saat yürümüşüz! Aferin bize J En çok da aramıza yeni katılan Tülin Şüheda Hanım’a!